Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde baharın çimleri yeşerttiği, güneşin sıcak ışınlarını indirdiği, renk renk çiçeklerin açtığı bir kır bahçesi varmış. Bu kır bahçesini görenler, gözlerini oradan alamıyormuş. İçinde yetişen güzel kokulu çiçeklerde birbirleri ile iyi anlaşır, hiç ters düşmezlermiş.
Papatya çiçeği ile gül çiçeği yan yana büyüyor gün içinde tatlı tatlı sohbet ediyorlarmış. Onların bu dostluğunu gören, ortancalar, şakayıklar, laleler bu ikilinin dostluğuna hayranlarmış. Papatya sessiz, sade yapılı bir çiçekmiş. Gül ise gürültülü ve çok dikkat çekiciymiş. Gülün bu kadar abartılı olması diğer kır çiçeklerinin dikkatini çekmiş. Daha fazla dayanamamışlar ve güle “Gül, sen yeterince büyük ve ışıltılısın. Neden bu kadar gürültü yapıp dikkat çekiyorsun? Bizde seninle aynı bahçede yetişiyoruz, senin kadar güzeliz ama bu şekilde davranmıyoruz. Acaba davranışının farkında değil misin?” diye sormuşlar. Gül ise “Arkadaşlar siz hepiniz kır çiçeklerisiniz, herkes sizi seviyor, sizin açmanız için günleri, haftaları, ayları sayıyorlar. Konunuz, varlığınız insanlara huzur veriyor. Özelliklede papatyanın varlığı çocukları bile neşelendiriyor. Ama ben sizin kadar uzun soluklu değilim. Yapraklarım hızla dökülür vereni özleyen pek insan olmaz. Sadece özel günlerde sevilirim. Bende sizler gibi her an özlenen, gözler tarafından aranan çiçek olmak isterdim. İşte bu yüzden gürültü yapmaya, kendimi sevdirmeye çalışıyorum” demiş.
Bunu duyan kır çiçekleri, özelliklede papatya arkadaşının hissettikleri için çok üzülmüşler. Gülün böyle düşünmesine inanamamışlar. Çünkü onun kadar gösterişli bir çiçek nasıl böyle düşünür hala anlayamıyorlarmış. Daha sonra anladılar ki, gösterişli olmak mutlu olmak anlamına gelmezmiş ve dış görünüş hiçbir zaman önemli değilmiş, önemli olan kalpte hissedilen duygularmış…
Kısa masal okumak istiyorsanız Kısa Masallar kategorimizi inceleyebilirsiniz.